Viyana da bulunan Aziz Stephan Katedrali’nin ilginç bir hikayesi vardır. Katedralin çan kulesinde 1534’de bir memur görevlendirilmiştir ve bu memurun görevi sadece Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görüp çan çalarak Viyana’lılara haber vermektir. Bu memuriyet 1956’da Viyana Belediye meclisince artık tehlikenin geçtiği gerekçesiyle sona ermiştir. Dile kolay adamlar tam 422 sene bir saldırı ihtimaline karşı görevi sadece bu durumda çan çalarak alarm vermek olan bir memur istihdam etmişler.
TRT belgesel kanalında izlemiştim, bir hayli zaman geçti, çok güzel bir programdı. Bundan 25-30 yıl önce 23 Nisan kutlamaları için İtalya, Polonya, Macaristan, Bulgaristan ve Mısır dan ülkemize gelmiş çocuklardan 15-20 tanesi bugün bulunmuş ve onların anıları derlenmişti. Bizim hakkımızdaki çocukça duygularını öğrendim, birinci elden. Mısır’lı olanlar hariç hepsinin ortak duygusu başlangıçta korku idi. Korkuyorlardı Türkiye ye geliyor olmaktan ve hatta bazılarına bir Türk ailenin yanında misafir olacakları bile söylenmemiş önceden. Korkmaları ise doğaldı, ne de olsa Osmanlı’nın fiili olarak son bulmasından 33 yıl sonrasına kadar bile bir Osmanlı saldırısı endişesiyle kilisesinde alarm memuru istihdam etmiş bir gelenekten geliyorlardı.
Hepsinin ülkelerine dönerken sahip oldukları duygular ise bambaşkaydı. İçlerinden bir kaçı duygulanıp ağladılar hatta. Misafir oldukları milletin kültürü onları etkilemişti. Büyümüş, öğretmen, restoran işletmecisi, barmen, modacı, laborant v.s olmuşlardı. Sadece Mısır dan gelenler, gelirken bir korkuya sahip değillerdi. Ama dikkatimi bir şey çekti. Mısır dan gelenler ya balet, ya balerin, ya da aktrist olmuşlardı şimdilerde, şaşırtıcı bir şekilde başka bir meslek sahibi olan yoktu aralarında. Buradan anladım ki Mısır da da aynen bizde olduğu gibi batı kültürüyle kalkınmaya öncülük edecek yeni bir nesil yetiştirilmeye çalışılmıştı.
Bir dış ülkeye gönderilecek çocuk temsilciler de Mısır’ın bu yeni yüzünü gösterecek nesilden özenle seçilmiş çocuklardı. Bizde de aynısı olmamış mıydı, Osmanlının son dönemlerinden başlayarak. Batının sadece kültürü ile donatılmış fakat ilim ve fenden koparılmış çağdaş (!) ve aydın (!) bir nesil yetiştirilmeye çalışılmamış mıydı. Ancak yıllar sonra, bu iki millet, kendilerine biçilen yeni elbisenin bedenlerine dar geldiğini fark ettiler ve ancak köklerine sarılarak kalkınmanın mümkün olacağının farkına vardılar.
Sürekli kaybetmenin yaşattığı bezginlik ve yılgınlığa, oryantalistlerin pompaladığı aşağılık kompleksine rağmen yaklaşık 250 yıldır verilmeye çalışılan batı kültürü ile kalkınma modeli çok şükür ki büyük halk kitlelerinde amaçlanan karşılığı görmedi. Bu çabalar sadece bu milletleri yöneten ve türlü hile ile işbaşında kalması sağlanan kabuk yönetimlerde bir karşılık bulmuştu. Şimdi ise bütün ümmet ancak ve sadece, hurafelerden temizlenmiş, Kuran ve Sünnetteki kaynağına dönmüş bir İslam anlayışıyla ve İslama uygun örf ve adetlerini yaşayarak kölelikten kurtulabileceklerinin farkına vardılar.
Ama bu farkındalığın başkaları da farkına vardı. Korkmaya başladılar. Viyana’daki kiliseye yeniden bir erken uyarı memuru atanması ortamına gelmekten korktular. Arap baharına yön verme çabaları tersine dönünce, Mısır da darbeyi yaptırdılar kan ve gözyaşı döktürdüler. Suriye de iktidarın müslümanların eline geçeceğini anlayınca hemen pozisyon değişitirip ülkeyi kan gölüne çevirdiler, güzel ülkemizde ise daha başka oyunlar oynandı, birçok oldu bittiye getirilme çabalarını yaşadık. Ama milletimiz sağlam durdu.
Bence korkmalarına gerek yoktu. Yapacakları şey yıllar önce Türkiye ye misafir gelen çocuklar gibi, birlikte yaşayarak, tecrübe ederek, İslam medeniyetinin ve Türk örf ve adetinin ne olduğunu öğrenmekti sadece. Öğrenince bu medeniyetin kendi sahip oldukları medeniyet gibi kan ve gözyaşı üzerinde yükselmediğini göreceklerdir. Korkmasınlar eğer bu medeniyet bir gün gerçek temelleri üzerine oturursa Viyana nın kilisesinde çalan çanlar, inansınlar ki kendilerinin de kurtuluşunu müjdeleyecektir.